YARGITAY KARARLARI IŞIĞINDA KUSURU ORTADAN KALDIRAN NEDENLER

services-details

YARGITAY KARARLARI IŞIĞINDA KUSURU ORTADAN KALDIRAN NEDENLER

I. KUSUR KAVRAMI

Bir hareket tipik ve hukuka aykırı olsa bile, bu hareket failine isnat edilemiyorsa, failin ceza hukuku bakımından sorumluluğundan söz edilemez. Çağdaş ceza hukuku, kusursuz cezalandırmayı kabul etmez. Kusur, failin hukuka uygun hareket edebilme olanağına sahip olduğu halde, hukuka aykırı bir davranışı seçmiş ve gerçekleştirmiş olması nedeniyle kınanabilmesini ifade eder.(1)

 

Cezalandırılabilirliğin bir koşulu olarak kusur, önceleri psikolojik bir kavram; kast ve taksir de birer kusurluluk türü olarak anlaşılmakta iken; cezanın amacına dayanarak “normatif kusur teorisi” geliştirilmiştir. Bugünkü anlayışa göre kast ve taksir, tek başına kusurluluğa dayanak oluşturmaz ise de; kusurun türünü belirler. Bu bakımdan kast, yalnızca tipiklik veya hukuka aykırılık için değil, kusur için de belirleyici bir rol oynamaktadır. Bu nedenle kast ve taksir yalnızca birer kusurluluk türü olarak değil, aynı zamanda haksızlığın da bir unsuru olarak değerlendirilir. (2)

 

Kusur konusunda verilecek değer yargısı ahlaki değil, hukukidir. Ceza hukukunda kusurdan söz edilebilmesi için bir ceza normu bakımından failin kınanıp kınanamayacağının tespit edilmesi gerekir. Bir kimse kendi anlayışına göre ahlaka uygun hareket ettiği düşüncesinde olsa bile, gerçekleştirdiği fiil nedeniyle kınanabiliyorsa, sorumlu tutulur.

 

Kusurluluktan söz edilebilmesi için öncelikle üzerinde durulması gereken sorun, failin kusurlu olarak hareket etme olanağına sahip olup olmadığıdır. Bir kişinin kusurlu olduğunun kabul edilebilmesi için öncelikle iradenin özgür olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir.

 

Ceza hukuku anlamında irade özgürlüğünden anlaşılması gereken, failin hareketini yönlendirebilme, gerçekleşen bir durum karşısında farklı biçimde de hareket edebilme yeteneğidir. Bu yüzden fiziksel açıdan belirli bir olgunluğa ulaşmış ve ruhsal açıdan sağlıklı her kişide kusur yeteneği ve dolayısıyla ceza sorumluluğunun da bulunduğu kabul edilmelidir.

 

Failin kusurlu sayılabilmesi için, kusurlu hareket yeteneğine sahip olması, somut olayda kusurlu hareket etmiş olması ve kusurluluğu ortadan kaldıran bir neden bulunmaması gerekmektedir.

 

Bu çalışmamızda genel hatlarıyla kusuru ortadan kaldıran nedenler ele alınacak olup, Yargıtay kararları ışığında değerlendirmeler yapılacaktır.

 

 

II. KUSURU ORTADAN KALDIRAN NEDENLER

 

Failin başka türlü hareket etmesine olanak bulunmayan hallerde, kusurluluğun bulunmadığını kabul etmek gerekir. Gerçekten kusurluluğun ortak temeli kusurlu irade olduğu için, iradenin kusurlu sayılmasına imkân bulunmadığı hallerde ve objektif sorumluluk olarak kabul edilen durumlarda, kimse tarafından öngörülemeyecek bir sebep dolayısıyla, failin hareketi ile netice arasındaki nedensellik bağı kesildiği takdirde, kusurluluktan söz edilemez. (3) Burada deyim yerinde ise bir kişiye kusur izafe edebilmek için gerekli olan “iç (deruni) neden” mevcut değildir. Bir fiilin haksızlığını, algılama yeteneği bulunmayan veya davranışlarını hukukun gereklerine uygun olarak yönlendirmeyen kişi hukuka karşı hareket etmiş olmaz.

 

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda cebir, şiddet, korkutma, tehdit (m.28) ve hata (m.30) ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan haller başlığı altında düzenlenmiştir. Fail cebir, şiddet, korkutma, tehdit ve bazı hata hallerinde cezalandırılmaz. (4)

 

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun m.28 hükmünde “karşı koyamayacağı veya kurtulamayacağı cebir ve şiddet veya muhakkak ve ağır bir korkutma ve tehdit sonucunda suç işleyen kimse hakkında ceza verilmez. Cebir ve şiddet karşısında bu fiilleri işlemek zorunda kalmış kişi suçun faili sayılmaz.”  şeklinde düzenleme mevcuttur.

Bu düzenlemede tehdit ve zorlayıcı nedenlerle işlenilen suçları ortadan kaldıran nedenler; cebir ve şiddet, korkutma ve tehdit olarak düzenlenmiştir.

 

II.a. Cebir ve Şiddet

 

Karşı koyamayacağı veya kurtulamayacağı maddi bir zorlama sonucu bir suç işlemek mecburiyetinde bırakılan kimsenin içinde bulunduğu duruma “cebir” denir. (5) Böyle bir durumda isteği dışında hareket etmek zorunda kalarak suç işleyen kişi, kusurlu görülmez. Çünkü başka türlü hareket etme yeteneği elinden alınmıştır. TCK m.28 düzenlemesi uyarınca karşı koyamayacağı veya kurtulamayacağı cebir ve şiddet sonucunda suç işleyen kimseye ceza verilmez. Bu gibi hallerde cebir ve şiddet kullanan kişi suçun faili sayılır. O halde, her cebir ve şiddet failin kusurluluğunu etkilemeyecek, karşı koyamama veya kurtulamama olgularının varlığı araştırılacaktır. Belirleyici olan, kişinin karşı koyamayacağı kadar güçlü bir cebir ve şiddetle karşı karşıya olup olmamasıdır.

 

Failin karşı koyma olanağını ortadan kaldıran veya güçleştiren vücuda yönelik bir etki söz konusu olup, bu anlamda cebir “vis absoluta” ve “vis compulsiva” olarak ikiye ayrılır. Vis absoluta; irade üzerinde mutlak zorlamayı ifade ederken, vis compulsiva da; karşı koyma olanağını önemli ölçüde güçleştiren zorlama söz konusudur.

 

Kanaatimizce şiddetin olduğu her durumda cebir de söz konusu olacağı için, TCK m.28 hükmündeki şiddet ibaresinin cebirle birlikte düzenlenmesi isabetli olmamıştır.

 

II.b. Korkutma

 

Kendisi tarafından bilerek sebebiyet verilmemiş olan ve başka türlü karşı koyamayacağı veya kurtulamayacağı halen var olan ağır ve muhakkak bir zarardan kendisini veya başkasını korumak maksadıyla, kendisine işlettirilmek istenen suçu işleyen kimsenin durumuna korkutma denir. (6) Ağır ve muhakkak bir zararla birlikte gerçekleşen bir korkutma yok ise failin kusurluluğu etkilenmez ve işlediği suçtan sorumlu olur. 

 

II.c. Tehdit

 

Tehdit kavramı ise, bir kimsenin, bir başkasına genellikle istediği eylemi gerçekleştirmemesi halinde hukuka aykırılık teşkil eden (haksız) bir zarar vereceğini bildirmesini ifade eder. Tehdit, kişinin veya yakınlarının hayat ve vücut bütünlüğü, cinsel dokunulmazlığı veya malvarlığı değerleri üzerinde söz konusu olabilir. Bununla birlikte, tehdidin objektif olarak gerçekleşme ihtimalinin bulunması, yani tehdidin elverişli olması gerekir. Tehdit edilenin, söz konusu tehdit sonucunda etkilenmemiş olması tehdidin varlığına etki etmez. Bununla birlikte, bu cezasızlık nedeninin uygulama alanı bulabilmesi için tehditte bulunanın, bu tehdidi, “ciddi mahiyet arz eden söz ve davranışlarla” gerçekleştirmiş olması gerekir.

 

II.d. Meşru Savunma Sınırının Aşılması

 

TCK m. 27/2 hükmünde “meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmeyeceğini” öngörmektedir. TCK m. 27/2’nin hukuka uygunluk nedenlerinden yalnızca meşru savunma için geçerli olduğu ve diğer hukuka uygunluk nedenleri bakımından uygulanamayacağı göz ardı edilmemelidir. Belirtilen nedenlerle failin sınırı aşması durumunda hukuk düzeninin gereklerine uygun bir davranışta bulunamayacağı ve bu nedenle de kendisine herhangi bir kusur yüklenemeyeceği için ceza verilemez. Bu nedenle heyecan, korku veya telaş nedeniyle meşru savunma sınırının aşılması kusurluluğu ortadan kaldıran nedendir. (7)

TCK m. 27/2’nin uygulanabilmesi için biri objektif ve diğeri de sübjektif olmak üzere iki koşul aranmaktadır.

 

a) Objektif koşul: Sınırın aşılması;

b) Subjektif koşul: Sınırın aşılmasının mazur görülebilecek heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş olması.

 

a) Meşru savunmada sınırın “aşılması”, failin halen mevcut haksız bir saldırıya karşı TCK m. 25/1’e göre gerekli ve zorunlu olanın ötesinde savunmaya geçmesi durumunda söz konusu olur.  (8) Gerçek bir saldırıya karşı kendisini, saldırının ortadan kaldırılması için zorunlu olmayan araçlarla savunan kişi sınırı aşmış demektir.

 

b) Savunma sınırının aşılması, heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş olmalıdır. Burada geçen heyecan, korku ve telaş; intikam, düşünülmüş öfke gibi stenik şok durumunun aksine, “güce” değil, “zayıflığa” yol açan astenik şok durumunu ifade etmektedir. Şok, kısa süreli akut ve yoğun bir duygulanım durumu olup, bedende istem dışı belirtiler ile birlikte görülen ve sıklıkla dış bir olayla ya da uyaranla çıkmaktadır. Bu tür bir şok durumu, normal psikolojik algılama ve çalışma sürecini bozmakta ve böylece bilinç alanını daraltmakta ise de kişinin psikolojik algı ve çalışma kapasitesi tamamen ortadan kalkmış olmaktadır.

 

Heyecan, korku veya telaşın TCK m.27/2’nin uygulanmasını gerektirebilmesi için mazur görülebilecek düzeyde olması aranır. Belirtilen nedenlerle failin saldırıyı doğru biçimde algılama yeteneğinin tamamen ortadan kalkması zorunlu olmayıp, önemli ölçüde azalmış olması yeterlidir.

 

TCK m.27/2’nin uygulanmasında saldırının faile mi, yoksa üçüncü bir kişiye mi olduğu hususu önem taşımaz, dolayısıyla üçüncü kişi lehine meşru savunma durumlarında da bu hükmün uygulanacağını söylemek mümkündür. Nitekim Yargıtay da vermiş olduğu bir kararla üçüncü kişi lehine meşru savunma durumunda TCK m.27/2 hükmünün uygulanacağı yönünde karar tesis etmiştir.

 

- Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 09/04/2007 Tarihli, 2005/4811 Esas, 2007/2535 Karar sayılı ilamında, “Sanıklardan Hasan ve Fikret'in kardeşi olan Murat'ın işlettiği ve sanık Hasan'ın da boş zamanlarında yardım için bulunduğu şehir kulübünde maktul ve arkadaşları tanıklar Zafer, Serdal ve Ahmet'le alkol aldıkları, bilahare kendi aralarında tartışıp yumruklaşmak ve ayrıca maktulün bardağı yere atıp kırması suretiyle taşkın hareketlerde bulunmaları üzerine sanık Hasan'ın önce maktulü tanıyan ve sözünü dinleyeceğini düşündüğü ağabeyi sanık Fikret'i arayıp olayı anlatıp yardım istediği, sonra da maktul ve arkadaşlarını ikaz ettiği, çıkan sözlü tartışma sırasında maktulün resepsiyona giderek önceden bıraktığı silahı alması üzerine, maktulün olay çıkaracağını düşünen tanık Serdal'ın da silahı ondan alarak beline taktığı, arkadaşları tarafından dışarı çıkarılan maktulün orada da tanık Zafer’le tartışmasını sürdürdüğü, bu sırada arkadaşları ile olay yerine gelen sanık Fikret'in hep birlikte maktulü evine gitmesi için ikna etmeye çalıştıkları, buna rağmen maktulün gitmemekte direnip ısrarla sanık Hasan’la konuşacağım dediği, bu arada oradan ayrılmakta olan tanık Serdal'ı darp ederek belindeki tabancayı ele geçirdiği ve tanıkların arasına dalarak sanık Fikret'le tartışırken aniden tabancasını çekerek 2-3 metre mesafedeki sanık Fikret'e 4 el ateş ettiği, atışlardan 3 tanesinin sanık Fikret'e isabet ederek sağ popliteal bölge, sol tibia ve sol ayaktan yaralanmasına neden olduğu, bir tanesinin de olay yerinde bulunan tanık Sabri'nin dizine isabet ettiği, maktulün ateşine sanık Fikret'in de tabancasıyla 3 el ateş etmek suretiyle karşılık verdiği, bu sırada kardeşinin yaralandığını ve maktulün halen tabanca ile atışına devam ettiğini gören sanık Hasan'ın da kardeşinin canına yönelik saldırıyı defetmek için 10 el ateş ederek maktulü öldürdüğü olayda;

 

Sanığın, kardeşinin canına yönelik olarak 2-3 metre mesafeden birden çok ateş eden ve halen silahlı saldırısı devam eden maktule, meşru savunma koşulları içerisinde hareket edip mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaştan dolayı 10 kez ateş ederek meşru savunma sınırında kaldığı anlaşılmasına göre, hakkında 5237 sayılı TCK'nın 27/2. maddesi uyarınca ceza verilmemesi gerekirken…” şeklinde içtihat olunmuştur.

 

II.e. Hata

 

TCK m.30 hükmü; “(1) Fiilin icrası sırasında suçun kanunî tanımındaki maddî unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hâli saklıdır. (2) Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır. (3) Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır” şeklindedir.

 

Madde metninde çeşitli hata hâlleri düzenlenmiştir. Hata, failin tasavvuru ile gerçeğin birbirine uymamasını ifade etmektedir. Failin tasavvurunun konusu dış dünyaya ait bir şeye ilişkin olabileceği gibi, normatif dünyaya ait bir gerçekliğe ilişkin de olabilir. Dış dünyaya ilişkin bir şeyin, olduğundan farklı bir şekilde algılanması halinde unsur yanılgısından (tipiklik hatası), normatif dünyaya ilişkin bir gerçekliğin, olduğundan farklı bir biçimde değerlendirilmesi halinde ise, yasak hatasından bahsedilir. Kısaca unsur hatası (fiili hata) bir algılama hatası olduğu halde; yasak hatası (hukuki hata) bir değerlendirme hatasıdır.

 

Hatanın bilmemek veya yanlış bilmekten ibaret iki görünüm şekli söz konusudur. (9) Yanlış tasavvurun bağlantı noktasına (konusuna) göre hatanın çeşitli türleri vardır ve bunların hukuki sonuçları da birbirinden farklıdır. Yanlış veya eksik tasavvur kastı ortadan kaldırabilir, sadece kusur bakımından önem taşıyabilir veya cezalandırılabilirlik bakımından tamamen önemsiz de olabilir.

 

Hata tipikliğin maddi şartlarına (suçun maddi unsurlarına) ilişkin ise, bu hata, kast üzerinde etkili olan bir hatadır. Buna karşılık hata tipikliğin hukuki değerlendirmesine (tipikliğin hukuki sonuçlarına) ilişkin ise, bu hata kusurluluk üzerinde etkilidir. Buna göre hatayı, “kastı ortadan kaldıran hata” ve “kusurluluğu etkileyen hata” olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür.

 

Suçun maddi unsurlarında (m. 30/1), suçun nitelikli unsurlarında (m. 30/2) ve hukuka uygunluk sebeplerinin maddi şartlarında (m. 30/1, 3) hata halleri, kastı kaldıran hata halleridir.

 

Kusurluluğu ortadan kaldıran veya azaltan sebeplerin maddi şartlarında hata (m. 30/3) ile haksızlık yanılgısı (yasak hatası) (m. 30/4) ise, kastı kaldırmayıp, sadece kusurluluk bakımından önem taşıyan hata şekilleridir.

 

Bunlar, kanun koyucunun “hata” başlıklı 30’uncu maddede düzenlemiş olduğu hata türleridir. Bu ayrıma kastı kaldıran hata türü olarak, hukuka uygunluk sebeplerinin sınırındaki yanılgıyı da eklemek gerekmektedir. Böylelikle yeni kanunun sisteminde kastı kaldıran dört hata türünün bulunduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Bunlardan her biri, aşağıda ayrı ayrı incelenecektir.

 

II.e.a. Tipiklikte (Suçun Maddi Unsurlarında) Hata:

TCK m.30/1’e göre, “Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hali saklıdır”. Suçun maddi unsurları denildiğinde; suçun konusu, fail ve mağdur, fiil, netice ve nedensellik bağı anlaşılmalıdır. Bu unsurlar; suçun “özel haksızlık içeriğini”  karakterize etmekte olup, kastın kapsamındadır.


Diğer bir deyişle tipiklikte hata; failin gerçekleştirmiş olduğu fiilin, suçun kanuni unsurlarını taşıdığı hususunda yanılmasıdır. Failin tipiklikte hataya düştüğü hallerde kastın varlığı söz konusu olmaz. Tipiklikte hataya örnek olarak, gece vakti, karanlık ve metruk bir arazide kamp yapan kampçıların, uzaktan görünen bir kimseyi yabani bir hayvan zannedip ateş ederek ölümüne yol açması verilebilir. Bu halde fail, kasten öldürme suçunun maddi unsurlarından “insan” unsurunda hataya düşmüştür. Böyle bir halde, suç ancak taksirle işlendiği halde cezalandırılabilen bir suç ise failin taksirden dolayı sorumluluğu gündeme gelir.

- Yargıtay 20. Ceza Dairesi’nin 09/11/2017 tarihli, 2017/5833 Esas ve 2017/5951 Karar sayılı ilamında, “Eylemi; Türkiye'den kendi adına gönderilen ve içerisine uyuşturucu madde gizlenmiş kargoyu ...'daki adresinde teslim almaktan ibaret olan sanığın, uyuşturucu maddeyi Türkiye'den ihraç ettiğine ya da ihraç suçuna iştirak ettiğine dair her türlü kuşkudan uzak, savunmasının aksine mahkumiyetine yeterli kesin ve inandırıcı delil bulunmadığından sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün BOZULMASINA…” şeklinde içtihat olunmuştur.

II.e.b. Suçun Nitelikli Unsurlarında Hata:

TCK m.30/2’e göre, “Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hallerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.”
Suçun nitelikli unsurlarında yanılma, failin işlemiş olduğu suçta ağırlaştırıcı veya hafifletici bir nedenin bulunduğunu sandığı, buna karşılık esasen bunların bulunmadığı halleri ifade eder. Burada ikili bir ayrıma gidilmesi gerekir. Fail, işlemiş bulunduğu fiilde “hafifletici” bir neden bulunduğunu sanıyor, buna karşılık böyle bir hafifletici neden bulunmuyorsa fail, bu hatasından yararlanır.

Burada esas alınan objektif netice değil, failin subjektif iradesidir. Bu halde fail, hayali (mefruz) hafifletici nedenlerden yararlanır. Failin, bir başkasının davranışının haksız fiil teşkil ettiği düşüncesiyle ona hakaret ettiği bir halde, esasen gerçekleşen davranış haksız fiil teşkil etmese de fail bu hatasından yararlanır. Suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli unsurlarının uygulanabilmesi için, failin bunları bilmesi ve bu unsurlara yönelik de kastının bulunması gerekir. Bu nedenle; failin söz konusu nitelikli unsurları bilmemesi, kastını ortadan kaldırmalı ve fail suçun temel halinden cezalandırılmalıdır.


Buna karşılık, failin, gerçekleştirmiş bulunduğu fiilde “ağırlaştırıcı” bir nedenin bulunduğunu sandığı, fakat esasen böyle bir nedenin var olmadığı hallerde meydana gelen objektif netice esas alınır ve bunun sonucu olarak fail hakkında ağırlaştırıcı sebep uygulama alanı bulmaz. Buna örnek olarak, eziyet suçunu hamile sandığı mağdura karşı meydana getiren failin durumu verilebilir. Bu halde fail hakkında ağırlaştırıcı sebep uygulama alanı bulmaz.

Örneğin TCK m.82/1 kapsamında kasten öldürme suçunun gebe olduğu bilinen kadına karşı işlenmesi durumunda ceza ağırlaştırılmaktadır. Ancak failin, öldürdüğü kadının gebe olduğunu bilmemesi halinde, bu nitelikli hale ilişkin kastından bahsedilemeyecek ve fail kasten öldürme suçunun temel haline göre ceza alacaktır.

- Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 05/07/2023 tarihli, 2022/347 Esas ve 2023/381 Karar sayılı ilamında, “…A; B’yi, C’yi öldürmeye azmettirmiştir. Ancak B karanlıkta C sanarak D’yi öldürmüştür. Bu olayda azmettirilen, mağdurun kimliğinde yanılmıştır. Mağdurun kimliğinde yanılmış olmak kanuni tanıma uygun haksızlığın gerçekleşmesi bakımından ilke olarak önemsizdir. Zira suçun konusunda yanılma düşünülen ve gerçekte tecavüze uğrayan konunun farklı olmasını ifade etmektedir. Eğer her iki konu aynı değerde ise failin suçun konusu hakkındaki yanılgısı önemsizdir [Aynı düşüncede Öztürk-Erdem]. Buna göre, azmettirmede fail istenilen kişiyi değil de yanılma sonucu farklı bir kişiyi öldürmüş ise bu yanılgı gerek fail gerekse azmettiren bakımından önemsizdir. Bu yanılgı mağdurun kimliğinin suçun kanuni tanımındaki nitelikli unsur olarak düzenlendiği hallerde önemi haizdir (md.30/2).

II.e.c. Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Sebeplerde Hata:

TCK m.30/3’e göre, “ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.” Burada fail, meydana getirmiş bulunduğu fiilde bir hukuka uygunluk nedeninin koşullarının var olduğunu sanmakta, buna karşılık esasen söz konusu hukuka uygunluk nedeninin koşulları meydana gelmemiş bulunmaktadır.

Bu maddenin uygulama alanı bulabilmesinde ki esaslı koşul, bu hataya düşmenin kaçınılmaz olması teşkil etmektedir. Failin hataya düşmesinin kaçınılmaz olup olmadığının tayininde ölçüt, özen ve dikkat yükümlülüğüdür. Bu fıkra hükmünün uygulanabilmesi için “hatanın kaçınılmaz olması” gereklidir. Hatanın kaçınılabilir olması durumunda, kişi işlediği fiilden dolayı sorumlu tutulacak, fakat bu hata temel cezanın belirlenmesinde göz önünde bulundurulacaktır. Diğer bir deyişle, fail dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmadığı takdirde bu fiil meydana çıkmayacaktı denilebiliyorsa, bu hatasından yararlanması mümkün değildir.

- Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 14/02/2017 tarihli, 2015/704 Esas ve 2017/64 Karar sayılı ilamında, “…5237 sayılı TCK'nın 30/3. maddesinde, “ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen bir kişi bu hatasından yararlanır” denilmektedir. Buna göre, geceleyin kavga ortamında, sanık ...'ın, aslında kendi safında yer alan maktul ...'ı kendisini rahatsız eden karşı gruptan zannetmesi ve bu konuda hataya düşmesinin kaçınılmaz olup olmadığı ve bu suretle hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulanma yerinin bulunup bulunmadığının tartışılması gerekirken, (Mahmut Koca/ İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, Ankara 2014, s.346) bu yönde herhangi bir araştırma ve değerlendirmede bulunulmadan, maktulden kaynaklanan haksız bir hareketin bulunmadığı gerekçesiyle sanık hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulanmaması usul ve yasaya aykırıdır.” şeklinde içtihat olunmuştur.

II.e.d. Hukuki Hata (Haksızlık Yanılgısı):

TCK m.30/4’e göre, “işlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz”. Hukuki hata, failin fiili işlemiş bulunduğu esnada bu fiilin haksızlık teşkil ettiği bilincinin mevcut olmaması halini ifade eder. Böyle bir halin cezayı ortadan kaldıran bir neden olarak uygulama alanı bulabilmesi, bu hatanın kaçınılmaz olması koşuluna bağlıdır. Buradaki kaçınılmazlık unsurunun tespitinde ölçüt, failin sübjektif özellikleri (eğitim durumu, bilgi birikimi, tecrübeleri vs.) ile olayın objektif özellikleridir.

Elbette ki, kimseden bütün kanunları ve bunların ihtiva ettiği hükümleri bilmesi beklenemez. Burada dikkat edilmesi gereken husus failin meydana getirmiş bulunduğu fiilin genel olarak haksızlık teşkil edip etmediği konusundaki düşüncesidir. Diğer bir deyişle haksızlık bilinci; fiilin, hukukun maddi değerler düzenine aykırılık oluşturduğunun ve bu bakımdan hukuk düzenince yasaklandığını bilmemesini ifade eder.

Haksızlık yanılgısına örnek olarak, “usulünce yediemine teslim edilmiş bulunan 8.5 ton ağırlığındaki hurdanın, daha sonradan sanık hakkında eylemin hukuki ihtilaf konusu oluşturduğu sebebiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kesinleştiği; buna karşılık, hurdanın iadesi hususunda bir karar verilmediği, bunun üzerine yedieminin bu hurda üzerinde tasarruf yetkisine sahip bulunduğunu düşünerek bunları satmış olması” verilebilir. (10)

Haksızlık yanılması, yalnızca kastı ortadan kaldıran tipiklikte yanılmadan farklı olarak, haksızlık bilincinin bulunmamasının bir sonucu olarak kusuru ortadan kaldırır. Eş deyişle, haksızlık yanılmasında fail kural olarak davranışı ile ilgili tüm fiili durumları bilir; ancak hukuk düzeninin bunu nasıl değerlendirdiği konusunda yanılgı içerisindedir.

- Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 26/02/2024 tarihli, 2023/731 Esas ve 2024/2835 Karar sayılı ilamında; “… müşteki ... ile ... ve onun komşusu olan ... önceden tanışmaktadırlar ve arkadaştırlar. Müştekinin 13.10.2016 tarihinde yani suç tarihinde sıcağı sıcağına Emniyet Müdürlüğünde vermiş olduğu şikayete ilişkin ifadesinden de anlaşılacağı üzere müşteki tarafından daha önce şaka amaçlı olarak sanığın 15 TL’si alınmış daha sonra da şaka olduğu belirtilerek 2-3 saat sonra kendisine iade edilmiştir. Bu husus müştekinin sıcağı sıcağına alınan ilk ifadesi ile sabittir.

Sanık ... de aynı gün verdiği ifadesinde müşteki ile arkadaş olduklarını bu amaçla karşılıklı görüştüklerini olay öncesinde müştekinin kendisine ait 15 TL’yi alıp aradan bir zaman geçtikten sonra ve kendisini aramasından sonra şaka yaptığını belirterek iade ettiğini bunun üzerine kendisinin de diğer sanık ... 'e "biz de ...'a şaka yapalım"  dediğini, ilk başta kabul etmeseler de daha sonra şaka yapmak için mizansen hazırladıklarını daha sonra da bu mizansene uygun polis süsü vererek kelepçeleyip parasını aldıklarını bunu şaka amaçlı yaptıklarını, bunu ...'a ders vermek ve unutamayacağı bir şaka olarak yaptıklarını beyan etmiştir.

Gerçek süsü vermek için diğer arkadaşlarını da kelepçeledikleri sabittir.

Müştekinin sıcağı sıcağına alınan beyanı ile sanığın savunmaları uyumludur. Yani müşteki ile sanığın arkadaş olup birbirlerine benzer şakalar yaptıkları konusunda herhangi bir tereddüt yoktur. Dolayısıyla sanıkların müştekiye yönelik yağma amaçlı değil şaka yapma amacıyla hareket ettikleri ve dolayısıyla suçun manevi unsuru olan faydalanma unsurunun olayda bulunmadığı suçun yasal unsurları itibariyle oluşmadığı açıktır.

Kaldı ki sanıklar başlangıçtan itibaren şaka kastıyla hareket ettikleri ve bunun herhangi bir suç oluşturmadığı kanaatiyle ve inancıyla hareket etmektedirler. Bu nedenle sanıkların üzerine atılı yağma suçunun yasal unsurları itibariyle oluşmaması nedeniyle beraatlerine karar verilmesi gerekirken bunda hataya düşülerek yağmadan mahkûmiyet kararı veren ilk derece Mahkemesi kararın bozulması gerekirdi. Suçun yasal unsurları itibariyle oluşmadığı en azından TCK m.30 delaletiyle kaçınılmaz haksızlık yanılgısı nedeniyle bozma kararı verilmesi gerekirdi.” şeklinde hüküm tesis edilmiştir.

Av. Ahmet AVŞAR

 

KAYNAKÇA

1.Zafer, Ceza Hukuku, s.37

2.Bahri Öztürk, Mustafa Ruhan Erdem – Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku, Eylül 2019, 19. Baskı, s.308.

3.Dönmezer/Erman, C.II, 324–325.

4.Cengiz Apaydın, http://www.cezahukukubilinci.org/kusurlulugu-kaldiran-haller/ (Erişim tarihi: 21/10/2024)

5.Öztürk, Erdem, Ceza Hukuku Genel Hükümleri ve Özel Hükümler (Kişilere ve Mala Karşı Suçlar), Ankara 2007,  s. 171.

6.Öztürk/Erdem, Ceza Hukuku Genel Hükümleri ve Özel Hükümler,  s.171.

7.Bahri Öztürk, Mustafa Ruhan Erdem – Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku, Eylül 2019, 19. Baskı, s.324.

8.Ersan, Meşru Savunma, s.147.

9.Demirbaş/Erdem, Ceza Hukuku Pratik Çalışmalar, s.173, Seçkin, 2016, Ankara.

10.Yar. 4. CD 2013/19830 E., 2015/27802 K.