5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda suça iştirak müessesesi “faillik” ve “şeriklik” olmak üzere iki şekilde ele alınmıştır. Suçun kanuni tanımındaki fiil üzerinde hâkimiyet kuran ve haksızlığı icra eden kişi "fail" olarak adlandırılmaktadır. Faillik; doğrudan, dolaylı ve müşterek faillik olmak üzere üç şekilde ortaya çıkmakta iken, suçun icrasına iştirak etmekle beraber, yaptığı katkı ile suçun kanuni tanımındaki fiil üzerinde hâkimiyet kuramayan suç ortakları şerik olarak tanımlanmaktadır. Şeriklik; azmettirme ve yardım etme şeklinde tezahür etmektedir. Şerikler, kanuni tanımdaki haksızlığı bizzat gerçekleştirmeyen suç ortakları olduğu için, işlenen suçtan sorumlu tutulabilmeleri ancak “bağlılık kuralı” vasıtasıyla mümkün olmaktadır. Çalışmamızın konusunu azmettirme ve yardım etmeyi birlikte ifade eden üst kavram olan "şeriklik" oluşturmaktadır.
765 sayılı TCK döneminde, Kanunun m.64/2 hükmü uyarınca azmettiren, fail gibi cezalandırıldığından, azmettirme “asli manevi faillik” olarak kabul edilmekteydi; ancak 5237 sayılı TCK ile birlikte her ne kadar eski kanundakine benzer bir düzenleme yapılmış olsa da, azmettirme faillik statüsünden çıkarılarak şerikliğin bir türü olarak düzenlenmiştir.
A. AZMETTİRME
Türk Ceza Kanunu m.38/1 hükmünde “başkasını suç ilemeye azmettiren kişi, işlenen suçun cezasıyla cezalandırılır” denilmiş; ancak azmettirmenin açık bir tanımı yapılmamıştır. Maddenin gerekçesinde azmettirme; belli bir suçu işleme hususunda henüz fikri olmayan kişide, başkası tarafından suç işlemeye yönelik bir karar verdirilmesi olarak tarif edilmiştir.
Söz konusu tanıma göre, azmettirme için ilk olarak, belli bir suç işleme hususunda henüz fikri olmayan bir kimsenin mevcut olması; ikinci olarak ise, bu kişiye belli bir suçu işlemesi yönünde karar verdirilmesi gerekmektedir. Bunun haricinde, kendisinde karar oluşturulan ve buna istinaden suçu işleyen kişinin, doğrudan, dolaylı veya müşterek fail olması fark etmez. Fiili gerçekleştiren kişinin bir şekilde fail olması yeterlidir.(1) Azmettirme faaliyeti ile suç işleme niyeti azmettirilene aktarılmakta ve faildeki suç işleme fikri ve kararı azmettirenin eseri olmaktadır.
Azmettirenin davranışı suç işleme kararının alınmasında nedensel olmalıdır. Bu sebeple azmettirme, suçun ilk ve etkili sebebini oluşturmalıdır.(2) Daha önceden suç işleme düşüncesi ve bu yönde bir kararı bulunmayan kişi, azmettiren tarafından etkilenerek belirli bir suç işleme kararının oluşması sağlanmaktadır. Buradan da anlaşılacağı üzere, azmettirenden söz edebilmek için, fiilin işlenmesinden önce, failin suç işleme kararı vermemiş olması gerekir. Bu yüzden somut olarak fiili kesin işlemeye karar vermiş olan bir kişinin artık azmettirilmesinden söz edilemez. Buna karşılık asıl fail, genel olarak suç işlemeye eğilimli olmakla birlikte, belirli bir suçu işlemeye karar vermiş değilse, azmettirme söz konusu olabilir. Azmettirenin suç işleme kararı verdirmek için hangi aracı kullandığı önemsizdir; öyle ki azmettiren üçüncü bir kişiyi de kullanmış olabilir. Böyle bir durumda dolaylı failliğe ilişkin kurallar, dolaylı azmettirme için de uygulanır.
Azmettiren; tek başına fail, birlikte fail ve dolaylı failden farklı olarak fiil üzerinde egemenlik kurmuş değildir. Buna rağmen, faille aynı ceza ile cezalandırılmasının nedeni, onun katkısı olmaksızın korunan hukuksal yararın tehlikeye düşmeyecek olmasıdır. Yüksek Mahkeme de azmettirmeyi "kendisinde suç işleme düşüncesi olmayan bir kişi üzerinde yoğun zihinsel çalışmalar sonucunda suç işleme düşüncesinin oluşturulmasıdır" şeklinde tanımlamıştır.
Kanunda azmettirme açısından sadece sonuca önem verilmiş, kullanılan araç (vasıta) veya yöntem ne olursa olsun bir kişinin suç işlemeye azmettirilmiş olması yeterli kabul edilmiştir. Azmettirme için kullanılan yöntem (icra tarzı) konusunda Ceza Kanunumuzda bir düzenleme yer almadığı için; ikna, rica, ödül vaadi, tehdit, öğüt verme suretiyle azmettirme gerçekleştirilmiş olabilir.
Öğretide fail üzerinde etkide bulunma açısından hangi gerekliliklerin aranacağı konusunda görüş birliği yoktur. Bazı yazarlar, azmettirenin katkısının suç işleme düşüncesi ortaya çıkarmak için nedensel olmasını yeterli görürken, baskın görüş azmettirenin “fail gibi cezalandırılacağından” hareketle, daha sıkı koşullar aranması gerektiğini ileri sürmektedir. Bazıları suç işleme düşüncesine açık bir zihinsel temas yoluyla irade üzerinde etkide bulunmayı ararken, diğerleri fail ile azmettirenin yüz yüze gelmesini ve hatta azmettiren ve fail arasında bir anlaşmanın bulunmasını aramaktadır.
Esasen, yalnızca suç fikrini uyandırmış olmak azmettirme için yeterli değildir. Azmettirenin aynı zamanda bu kararın uygulamaya (icra aşamasına) geçmesini sağlayarak, etkili sebep olmaya yetecek derecede yoğun bir manevi yönlendirme faaliyetinde bulunması gerekir.(3) Azmettirmede, hedefe yönelik bir harekette bulunulması talebi olmalıdır. Dolayısıyla, yalnızca bir kimsenin suç işlemesine vesile olunması azmettirme olarak nitelendirilemez. Diğer bir ifade ile, azmettirmede sonucun gerçekleşmesine yönelik bir irade ortaya konulmalıdır.(4) Örneğin, eve gelen temizlikçinin hırsızlık yaptığından şüphelenen ev sahibi, bunu tespit etmek için masanın üzerine değerli bir saat bıraksa ve gerçekten de temizlikçi bu saati çalsa, ev sahibi hırsızlığa azmettiren olmayacaktır.
"Azmettirenin yönlendirmesi olmasaydı, fail suçu işlemeyecekti" denebildiği hallerde, azmettirme suçun ilk ve etkili sebebini oluşturmuştur ve bu nedenle işlenen suçun cezası ile cezalandırılmaktadır.(5) Diğer bir ifade ile, azmettirenin faaliyeti ile meydana gelen netice arasında illiyet bağı bulunması gerekir. Bu sebeple, daha önceden suç işleme kararı vermiş olan bir kişiyi suça azmettirmek mümkün değildir. Azmettirenin telkinlerinden önce de failde ilgili suçu işleme konusunda bir düşünce ve niyet varsa, artık azmettirme değil suç işleme kararını güçlendirme veya suça teşvik şeklindeki manevi yardım türlerinden birisinin oluştuğunu kabul etmek gerekir.
Niteliği gereği azmettirme ancak düşünce aşamasında mümkündür. Bir suçun hazırlık veya icra hareketlerine başlamış olan failin azmettirilmesinden söz edilemez. (6) Zira böyle bir durumda kişi halihazırda suç işlemeye karar vermiş olacağından, yukarıda da belirttiğimiz üzere ancak manevi yardım türlerinden birisi oluşabilir. Azmettirme zamanı ile suçun işlendiği zaman arasındaki fark da önemsizdir. Suç, azmettirmeden çok kısa veya uzun bir zaman sonra işlenmiş olabilir. Ancak kanaatimizce, azmettirme faaliyeti ile failin işlediği suç arasında uzun bir zaman geçmişse, nedensellik bağının kopup kopmadığına dikkat edilmelidir.
Azmettirmede, failin fiiline katılmadan, suçun işlenmesine manevi (psişik) olarak sebep olma söz konusudur. Azmettiren, fiil üzerinde doğrudan hâkimiyet kuran kişinin iradesi üzerinde etkili olarak suçu ona işletmektedir.(7) Azmettiren, suçun işlenmesindeki sebepler zincirinde etkili bir şekilde yer almakta, iradesini çeşitli şekillerde ortaya koyarak faili maddi harekette bulunmaya yönlendirmektedir. Azmettirme faaliyeti ile suç işleme niyeti azmettirilene aktarılmaktadır ve faildeki suç işleme fikri ve kararı azmettirenin eseri olmaktadır. Zaten bu nedenle, azmettirme bir şeriklik türü olmasına rağmen, fail gibi muamele görmekte ve işlenen suçun cezası ile cezalandırılmaktadır.(8)
Azmettirenin, manevi iştirak alanında kalması, suçun maddi oluşumuna katılmaması gerekir. Buna karşılık, azmettiren bununla yetinmeyip aynı zamanda faillik veya maddi yardım şeklindeki hareketlerle de suça katılmış ise, hem azmettirme hem de faillik veya yardım etmeden dolayı ayrı ayrı cezalandırılmaz kişiye tek ceza verilir.(9) Burada iki durum akla gelmektedir. Öncelikle, azmettiren, işlenmesini istediği suçu azmettirilen ile birlikte müşterek fail olarak birlikte işlemiş olabilir. Bu durumda, “failliğin şerikliğe asliliği” prensibi uyarınca, bu kişi yalnızca faillikten dolayı cezalandırılacaktır.
Buna karşılık, azmettiren kişi, azmettirilenin fiiline maddi yardım teşkil edecek hareketlerle katılırsa (örneğin, suçun işlenmesi için araç temin ederse), bu durumda daha ağır cezayı gerektiren azmettirmeden dolayı cezalandırılmalıdır. Ancak bu husus, TCK'nın 61'inci maddesi uyarınca, cezanın belirlenmesi aşamasında göz önünde bulundurulmalıdır.(10)
Azmettirenin kastı, hem suç işleme düşüncesi uyandırmaya hem de asıl fiilin tamamlanmasına yönelik olmalıdır. Bunun için olası kast yeterlidir. Azmettiren, açıklamalarının ve hareketlerinin, failin suç işleme kararı almasını sağlayacağını öngörmesine rağmen, bunu kabullenmiş ise olası kastla azmettirmeden bahsedilebilir. Buna karşılık ister bilinçli, ister bilinçsiz olsun, taksirle azmettirme mümkün olmaz. Asıl fail tarafından taksirle meydana getirilmiş olan bir netice, eğer bu netice azmettiren için de öngörülebilir ise, onun da taksirli sorumluluğunu gündeme getirir.
Bundan başka kast, hukuka aykırı bir fiili “tamamlamaya” yönelik olmalıdır. Bu noktada “ajan provakatörün ceza sorumluluğu” üzerinde durmak gerekir. Bundan anlaşılması gereken, bir kamu görevlisi tarafından iradesi olumsuz yönde etkilenen kişilerin, ceza kovuşturmasına uğratmak amacıyla bir suça yönlendirilmesidir.(11) Bu açıdan bakıldığında suçun tamamlanmasına yönelik bir kast olmadığı için ajan provakatörün azmettiren olarak cezalandırılmasına olanak bulunamamaktadır. Ancak amacı, faili suçun teşebbüs aşamasında ele geçirmek olan ajan provakatörün suçun tamamlanmaması için aldığı önlemlere rağmen, suç yine de tamamlanmış olabilir. Böyle bir durumda ajan provakatörün belki takdirinden söz edilebilirse de, taksirle azmettirme söz konusu olmayacağı için ajan provakatör yine cezasız kalacaktır.
Azmettirenin, asıl fiil bakımından kastı yeterli ölçüde somutlaşmış olmalıdır. Ancak bunun için fiilin esaslı unsurlarının belirlenmiş olması yeterli olup, azmettirenin kastının, fiilin nerede, ne zaman ve nasıl icra edileceğine ilişkin tüm ayrıntıları içermesi gerekmek. Azmettirenin kastının, birden fazla olanağı alternatif olarak içermesi yeterlidir. Eğer fiil önemli ölçüde somutlaşmış, fail asli faili bireyselleştirmiş veya en azından birey olarak belirlenebilir bir kişi çevresiyle sınırlandırılmış ise bu koşul yerine gelmiş olur.
Azmettirilmek istenen kişi tarafından açıkça anlaşılması durumunda, zımnî bir azmettirme de mümkündür. Örneğin (A), arkadaşı (B)'ye “onun için bir cep telefonu temin edip edemeyeceğini” sorsa, aslında bununla (B)’nin patronunun cep telefonunu çalmasını istediğini kastetmiş olsa ve (B) tarafından kastedilen bu talep açıkça anlaşılsa, bu durumda zımnî bir azmettirme mümkün görülebilir.
Sadece bir konuda düşüncelerin açıklanması da azmettirme için yeterli değildir. Örneğin, bir sohbet sırasında nasıl vergi kaçırılabileceğine ilişkin bilgiler veren bir kimsenin, daha sonradan dinleyicilerden birisinin söz konusu suçu işlemiş olması halinde azmettiren olarak kabul edilmesi mümkün değildir.(12)
İhmali hareketle de azmettirme olmaz. Çünkü kural olarak hareketsiz kalmak suç işleme düşüncesi oluşturmaya yeterli değildir. Bir kişide suç işlemeye yönelik karar, ancak icrai bir hareketle oluşturulabilir. Ancak hem gerçek ve hem de görünüşte ihmali bir suçun işlenmesine yönelik azmettirme mümkündür.(13) Diğer bir ifade ile, ihmali hareketle azmettirme mümkün değilken, ihmali suça azmettirme mümkündür.
Azmettirme için, azmettiren ile azmettirilenin kastı aynı olmalıdır, her ikisinde de aynı suçun işlenmesi yönünde irade olmalıdır. Aksi halde iştirakin varlığı için gereken manevi unsur oluşmayacaktır.(14)
Kural olarak azmettirene, ancak azmettirdiği fiil yüklenebilir. Azmettirenin iradesi dışına çıkılarak işlenen suçtan dolayı sorumluluğu hususunda değişik olasılıklar üzerinde durmak gerekir.
Azmettirenin kastından “önemsiz” sapma söz konusu ise, (Örneğin (A), kafasına demir çubukla vurularak öldürmesini söylüyor, (B) ise demir leyve ile vurarak öldürüyor), azmettirenin sorumluluğunda değişikliğe yol açmaz.
Fail, azmettirenin kastına uygun olanından “daha azını” gerçekleştirmiş ise, iştirakte bağlılık kuralı gereğince, azmettiren, fail tarafından işlenen suça azmettirmeden sorumlu tutulur. Örneğin (A), (B)’yi nitelikli yağmaya azmettirmiş; ancak (B) tarafından basit yağma suçu işlenmiş ise, azmettiren de basit yağmadan dolayı sorumlu tutulur.
Fail, azmettirenin kastına uygun olanından “daha fazlasını” gerçekleştirmiş ise, azmettiren yalnızca kastının içerdiği fiilden sorumludur. Yukarıdaki örnekten hareketle bu kez (B)’yi basit yağmaya azmettirmiş; ancak (B) tarafından nitelikli yağma suçu işlenmiş ise, azmettiren basit yağmadan dolayı cezalandırılır.
Fail, azmettirenin kastının “tamamen dışında kalan” bir suç işlemiş ise, bu durumda azmettirenin kastından sapmanın önemli olup olmadığına göre bir ayırım yapılır.(15) Eğer işlenen fiil ile azmettirilen fiil arasındaki sapma önemli değil ise, azmettiren bu suçtan dolayı sorumlu tutulur. Örneğin (A), (B)’yi yağma suçu işlemeye azmettiriyor, (B) ise hırsızlık suçu işliyor. (A), hırsızlık suçuna azmettirmeden dolayı cezalandırılır. Buna karşılık (A), (B)’yi yağma suçu işlemeye azmettiriyor, (B) ayrıca (C)’ye cinsel saldırıda bulunuyor ise (A) yalnızca yağmaya azmettirmeden cezalandırılır.
Failin kişide yanılması durumunda azmettirenin ceza sorumluluğu hususu da önem taşımaktadır. Örneğin (A), (B)’yi (C)’yi öldürmesi için azmettiriyor, (B) yanlışlıkla (D)’yi öldürüyor. Kişide ve suçun konusunda yanılma, eğer genel yaşam deneyimlerine göre öngörülebilirlik sınırları içerisinde kalıyorsa azmettirenin sorumluluğu bakımından önemsizdir. Dolayısıyla (A) kasten öldürmeden sorumlu tutulmalıdır.
Buna karşılık sapma durumunda ise, azmettirenin ceza sorumluluğunun ne olacağı doktrinde tartışmalıdır. Hedefte sapma halinde, seçilen araçların elverişsizliği veya kullanma hatası gibi nedenlerden ötürü, netice istenen konu üzerinde değil başka bir konu üzerinde gerçekleşmektedir.(16) Hedefte sapma durumunda, azmettirenin sorumluluğunu tespit etmek yanılmaya göre daha karmaşıktır.
765 sayılı TCK'da hedefte sapma, şahısta hata hali ile birlikte 52’nci maddede, "Bir kimse bir hata veya sair bir arıza yüzünden cürmü kast ettiği şahıstan başka bir şahsın zararına işlemiş olursa cürümden zarar gören kimsenin sıfatından neşet eden ve cezayı şiddetlendiren esbap faile tahmil olunmaz. Belki cürüm kast olunan şahsa karşı işlenmiş gibi telâkki olunarak, fail cürmün tazammun edebileceği esbabı muhaffefeden istifade eder" şeklinde düzenlenmişti.
5237 sayılı TCK'da ise hedefte sapma haline ilişkin özel bir hüküm bulunmadığından hedefte sapma halinde failin sorumluluğunun, meydana gelen netice bakımından failin kusuru ve suçların içtimaı kuralları çerçevesinde çözümlenmesi gerekmektedir. Nitekim hata konusunun düzenlendiği TCK’nın 30’uncu maddesinin gerekçesinde de; "Hedefte sapma hali ile ilgili olarak bu madde kapsamında düzenleme yapılmasına gerek görülmemiştir. Çünkü hedefte sapma halinde bir hata söz konusu değildir. Bu durumda suçların içtimaı hükümleri kapsamında değerlendirilmesi gereken bir sorun söz konusudur. Nitekim uygulamada da hedefte sapma, suçların içtimaı ve özellikle fikri içtima kapsamında ele alınmaktadır" denilmiştir.
Bu minvalde örneğin (A), (B)’yi (C)’yi öldürme konusunda azmettiriyor. (B), (C)’ye ateş ederken, yanlışlıkla yolda geçmekte olan (D)’yi öldürüyor. Böyle bir durumda (C)’ye karşı kasten öldürme suçuna teşebbüs, (D)’ye karşı ise taksirli öldürme söz konusudur. İştirakte bağlılık kuralı gereğince; ancak kasıtlı suça iştirak ve dolayısıyla azmettirme söz konusu olabileceği için olayda (A) yalnızca kasten öldürme suçuna teşebbüsten dolayı cezalandırılmalıdır.
Nitekim Yargıtay 3. Ceza Dairesi de aynı neviden fikri içtima ile ilgili olarak benzer yönde karar vermiştir. Daire’nin 10/06/2019 tarihli ve 2019/11369 Esas, 2019/12131 Karar sayılı kararında; “Sanık Saadet'in aralarında çıkan tartışma sırasında, eşi mağdur Bülent'e attığı çay bardağının, katılan Mehmet'e isabet ederek yüzünde sabit iz oluşacak şekilde yaralanmasına neden olduğu olayda, ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 18.10.2018 tarih, 2015/1-158 Esas, 2018/444 Karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere, "aynı neviden fikri içtima" kuralının uygulanabilmesi için, hareket ya da fiilin hukuki anlamda tek olması, tek fiille birden fazla aynı suçun işlenmiş olması, suç mağdurlarının farklı olması, işlenen suçun TCK'nin 43/3. maddesinde belirtilen suçlardan olmaması ve suç tipinde özel olarak aynı neviden fikri içtima hükmüne yer verilmemesi gerektiği dikkate alındığında, Saadet'in eyleminin hukuki anlamda tek fiil olduğu, sanığın tek fiili ile hem silahla basit yaralamaya teşebbüs hem de olası kastla silahla yüzde sabit iz oluşacak şekilde yaralama suçlarını işlediği, "olası kastla yaralama" ve "silahla kasten yaralamaya teşebbüs" suçlarının ise aynı neviden olduğu hususunda şüphe bulunmadığı ancak, kasten yaralama suçunun TCK'nin 43/3. maddesinde belirtilen suçlardan olduğu, dolayısıyla aynı neviden fikri içtima hükümlerinin düzenlendiği TCK'nin 43/2. maddesinin uygulanamayacağı ve ayrıca işlenen suçların farklı nevilerden olmaması nedeniyle TCK'nin 44. maddesinin uygulanma olanağının da bulunmadığı gözetilmeksizin, sanık Saadet'in, katılan Mehmet'e yönelik olası kastla silahla yüzde sabit iz oluşacak şekilde yaralama suçundan ve mağdur Bülent'e yönelik silahla kasten yaralamaya teşebbüs suçundan ayrı ayrı cezalandırılması yerine, yazılı şekilde hatalı değerlendirme ile TCK'nin 44. maddesi uyarınca sadece ağır olan olası kastla silahla yüzde sabit iz oluşacak şekilde kasten yaralama suçundan mahkûmiyet hükmü kurulması, aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.” şeklinde hüküm tesis edilmiştir.
Ancak azmettirenin, istenmeyen netice açısından hiçbir şekilde kast veya taksiri yoksa bu takdirde hiç sorumluluğu doğmayacaktır. Yargıtay 1. Ceza Dairesi de 15/10/2018 tarihinde verdiği 2018/492 Esas ve 2018/4084 Karar sayılı kararında bu doğrultuda sonuca varmıştır: “Sanık Hüseyin'in azmettirmesinin, diğer katılanların öldürülmesine yönelik olduğu anlaşılmasına karşın, azmettiren sanığın, olayla ilgisi olmadığı halde silahlı saldırı sırasında aldığı isabetler sonucu yaralanan katılan Cevat'ın olası kastla yaralanması eyleminden sorumlu tutulamayacağının gözetilmemesi bozmayı gerektirmiştir.” Şeklinde içtihat olunmuştur.
AZMETTİRENİN CEZASI
Azmettirmenin cezası TCK'nın 38'inci maddesinin birinci fıkrasında, "Başkasını suç işlemeye azmettiren kişi, işlenen suçun cezası ile cezalandırılır" şeklinde açıkça belirtilmiştir. Azmettirme esasen faillik değil bir şeriklik türü olmasına rağmen, azmettirenin suçun kanundaki cezası ile cezalandırılması, izlenen suç politikası gereği kabul edilmiştir. Azmettiren hakkında fail gibi tam ceza uygulanmasının nedeni, suç işleme düşüncesi bulunmayan faile, suç işleme kararı verdirmiş olmasıdır.(17)
Dikkat edilecek olursa, azmettirene verilecek ceza, faile verilecek ceza değil, failin işlemiş olduğu suça verilecek cezadır. Bu sebeple, faile verilecek ceza ile azmettirene verilecek cezanın aynı olması gerekmez. Bazı hallerde, azmettiren, fail ile aynı cezayı almayabilir. Örneğin, failin TCK'nın 167'nci maddesinin 1’inci fıkrasındaki şahsi cezasızlık sebebinden yararlanarak cezasız kaldığı durumlarda dahi, azmettiren işlenen suçun cezası ile cezalandırılacaktır.
Zira TCK’nın 40/1’inci maddesi uyarınca suçun işlenişine iştirak eden her kişi, diğerinin cezalandırılmasını önleyen kişisel nedenler göz önünde bulundurulmaksızın kendi kusurlu fiiline göre cezalandırılır. Dolayısıyla, kimi zaman azmettirenin failden daha ağır cezaya çarptırılması söz konusu olabilmektedir. TCK'nın 38/2'nci maddesinde ise, azmettirenin cezasında artırım yapılması öngörülmüştür. Buna göre, üstsoy ve altsoy ilişkisinden doğan nüfuz kullanılmak suretiyle suça azmettirme hâlinde, azmettirenin cezası üçte birden yarısına kadar artırılacaktır. Ancak çocukların suça azmettirilmesi hâlinde, üstsoy ve altsoy ilişkisi aranmaksızın azmettirenin cezası bu fıkra hükmüne göre artırılacaktır. Üstsoy ve altsoy ilişkisinin tespiti bakımından Türk Medeni Kanunu'ndaki hükümler esas alınacaktır. Çocuk ise TCK’nın 6/1-b maddesinde, henüz 18 yaşını doldurmamış kişi olarak tanımlanmıştır.
Bu durumlarda azmettirenin cezasında artırım öngörülmesinin hukukî dayanağı, kanun koyucu tarafından TCK’nın 38'inci maddesinin gerekçesinde, azmettirme olgusunun tek başına da bir haksızlık ifade etmesi olarak açıklanmıştır. Ancak öğretide, azmettirmenin haksızlığının faillik niteliğindeki haksızlığa benzer şekilde dikkate alınmasının, faillik ile şeriklik arasında bulunması gereken niteliksel ve niceliksel ayrıma zarar verme sonucunu ortaya çıkarabileceği, azmettirmenin faille eşdeğer cezalandırılmasını meşru göstermeye yönelik çabaların esasen azmettirme haksızlığını fail haksızlığına eşdeğer kılmaya yönelik çabalar olduğu belirtilmiştir. Eğer bu şekilde farklı türdeki yapılar aynı ceza kapsamına tabi kılınıyorsa, bunun ancak söz konusu hareketin maddi içeriğini ilgilendirmeyen ceza politikası ile mümkün olacağının kabul edilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
TCK'nın 38'inci maddesinin 3'üncü fıkrasında ise, izlenen suç politikası gereğince, cezada indirim yapılmasını gerektiren bir şahsi sebebe yer verilmiştir.(18) Suçun bir menfaat karşılığında "kiralık katil" ve benzeri kişilere işlettirildiği durumlarda, çoğu zaman azmettirenin tespitinde zorluk yaşanmaktadır. Bu sebeple kanun koyucu, bu gibi durumlarda azmettirenin ortaya çıkarılmasını sağlamak için cezada indirim yapılmasını gerektiren söz konusu şahsi sebebe yer vermiştir.(19) Fıkrada, azmettirenin belli olmaması halinde, kim olduğunun ortaya çıkmasını sağlayan fail veya diğer suç ortaklarına verilecek cezalarda belirli indirimler yapılabileceği öngörülmüştür. Bu düzenleme ile fail veya suç ortakları arasındaki çatışmadan yararlanarak suçun aydınlatılması amaçlanmıştır. Söz konusu düzenlemeden anlaşılacağı üzere, bu durumda mutlak bir indirim öngörülmemiş, indirim yapılıp yapılmayacağı sağlanan katkının niteliğine göre hâkimin takdirine bırakılmıştır. Bu hükmün uygulanabilmesi için azmettiren ile ilgili verilen bilginin, azmettirenin kim olduğunun ortaya çıkmasını sağlaması gerekir. Söz konusu fıkra ceza soruşturması ve kovuşturmasının amacına hizmet etmektedir.(20) Bir anlamda diğer suç ortakları ödüllendirilerek, suçun aydınlatılması sağlanmaya çalışılmaktadır. Söz konusu indirim hükmünün bir tür etkin pişmanlık olarak değerlendirilebileceği de belirtilmiştir. Zira TCK'nın 93'üncü maddesinde olduğu gibi, TCK’nın özel hükümleri içerisinde de benzer düzenlemelere yer verildiği ifade edilmiştir.(21) Özellikle belirtmek gerekir ki, söz konusu hüküm suçların aydınlatılmasına hizmet etmekle beraber, bu hükmün uygulanması sırasında azami derecede dikkatli olunmalıdır. Zira gerçekte azmettiren bulunmayan bir suçta, sırf bu indirimlerden yararlanmak maksadı ile masum kişilerin suçlanma tehlikesi her zaman için bulunmaktadır. Bu tehlikenin bertaraf edilebilmesi için, azmettirenin yalnızca isim olarak belirtilmiş olması yeterli kabul edilmemelidir. Bunun yanında, azmettiren ile fiil arasındaki bağlantının belli bir oranda ortaya çıkarılmış olması aranmalıdır.(22) 38’inci madde gerekçesinde de belirtildiği üzere; “bu hükmün uygulanabilmesi için, kişiliğe ilişkin olarak verilen bilginin maddî gerçeğin ortaya çıkmasını sağlaması gerekir”.
B. YARDIM ETME
Ceza hukuku anlamında yardım etme, bir suçun işlenişine kanunun gösterdiği yardım niteliğindeki fiillerle nedensel olarak katkıda bulunmayı ifade etmektedir. Kanunumuzun benimsemiş olduğu “bağlılık kuralı” esas alınarak bir tanım yapıldığında ise, fail tarafından kasten işlenen hukuka aykırı bir fiil üzerinde ortak hâkimiyet kurmadan, kasten maddi veya manevi nitelikte destekte bulunmak olarak tarif edilebilir. Dikkat edilecek olursa, yardım etmeden söz edilebilmesi için de failin kasıtlı ve hukuka aykırı bir fiili bulunması şarttır.
Yardım etme 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun m.39 hükmünde düzenleme bulmuştur. Maddede tipik fiilin işlenmesine maddi veya manevi olarak nedensel katkıda bulunan yardım edenlerin ceza sorumluluğuna yer verilmiştir. Maddenin 1'inci fıkrasında yardım etmenin cezası gösterilmiş, 2'nci fıkranın a, b ve c bentlerinde ise yardım etme şekilleri sayılmıştır.
İkinci fıkradaki düzenlemeye göre, yardım etme, maddi yardım ve manevi yardım olarak ikiye ayrılmaktadır. Madde gerekçesinde, yardım etme şekillerine ilişkin herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Söz konusu davranışlara ilişkin açıklama yapılmamış olmasının, söz konusu davranışlardan ne anlaşılması gerektiğinin büyük ölçüde açık olmasından ve düzenlemenin 765 sayılı TCK’daki yardım etmeye ilişkin hüküm ile büyük ölçüde benzerlik taşımasından kaynaklandığı ifade edilmiştir.
Kanunilik ilkesi uyarınca, yardım etme şekilleri TCK'nın 39'uncu maddesinde sınırlı şekilde sayılmıştır. Bir kimsenin yardım eden olarak sorumlu tutulabilmesi için, yaptığı hareketlerin maddede sayılan hareketlerden birisi olması şarttır. Aksi halde yardım eden olarak sorumluluğu gündeme gelmeyecektir.
Yardım etme, 765 sayılı mülga TCK'nın 65'inci maddesinde düzenlenmişti. Bu dönemde yardım etme "fer'i iştirak" olarak adlandırılmaktaydı. Eski yasa zamanında fer'i faillik şeklinde düzenlenmiş olan iştirak şekilleri yeni yasada "yardım etme" başlığı altında bir araya getirilmiştir. Mülga Yasada “fer'i maddi/fer'i manevi yardım” şeklinde yapılan ayrım, benzer şekilde 5237 TCK'da da maddi ve manevi yardım şeklinde devam etmektedir. Bu itibarla, eski yasadaki düzenleme ile mevcut düzenleme büyük oranda benzerlik göstermektedir. Eski ve yeni TCK’daki düzenlemelerin birbirine benzemesi sebebiyle, uygulama açısından bir farklılığın doğmayacağı ve eski dönemde verilen yargı kararlarının da aynen geçerli olmaya devam edeceği belirtilmiştir.
Yardım etmede müşterek faillikten farklı olarak, fiil üzerinde fonksiyonel egemenlik bulunmamaktadır. (23) Yardım, hukuksal yararın ihlâlini mümkün kılan veya destekleyen ya da fiilin işlenmesini kolaylaştıran veya güvence altına alan, azmettirme ve faillik dışında kalan asıl fiilin işlenmesine yönelik her türlü nedensel katkı anlamına gelmektedir. Bu anlamda yardım, maddi nitelikte olabileceği gibi, manevi nitelikte de olabilir.
Yardım eden, failden farklı olarak fiil üzerinde hâkimiyet kurarak fiili icra eden değil, ikincil nitelikteki nedensel katkısı ile faile maddi veya manevi nitelikte yardımda bulunarak fiilin işlenmesini daha muhtemel hale getiren, hızlandıran veya kolaylaştıran kişidir.(24) Yardım edenler başkasının fiiline katkıda bulunma bilinciyle hareket etmektedirler. Yardım hareketleri ikinci derecede öneme sahip olduğundan, aslında bu hareketler olmasa da fail bir şekilde suçu işleyebilecekti. Bu anlamda, yardım edenin hareketi suçu yaratıcı veya yapıcı nitelikte değil yalnızca destekleyici, hazırlayıcı veya kolaylaştırıcı niteliktedir.(25) Yardımın mutlaka doğrudan faile değil, dolaylı veya müşterek faile, azmettirene, hatta yardım edene dahi yapılması mümkündür.
Asıl failin hazırlık aşamasında da yardım mümkün olabilir. (örneğin öldürmede kullanılacak silahı temin etmek) meğer ki, asıl fiilin işlensin ya da en azından işlenmesine teşebbüs edilsin. Bunun gibi suçun sona ermesine kadarki aşamada yardım söz konusu olabilir. Zira suç işlenip bittikten sonra yapılacak yardımlar suça iştirak kavramı dışında kalır. Bununla birlikte, TCK’nın 39/2-a maddesinde düzenlenen “fiilin işlenmesinden sonra yardımda bulunacağını vaat etmek” şeklindeki manevi yardım etmede, henüz suç işlenmeden önce, faile, suçun işlenmesinden sonrası için yardım sözü verilmektedir. Bu sebeple, yardım suç işlendikten sonra yapılsa dahi suça iştirak hükümleri uygulanacaktır. Ancak burada da aynı şekilde, suç işlenip bittikten sonra yapılan vaatler nedensel değer taşımadıklarından suça iştirakin konusu dışında kalacaktır. Yardım için, yardım eden kişinin bütünüyle asıl failin fiiline egemen olması gerekmediği için, tipikliğin bazı unsurları gerçekleştikten sonra da yardım mümkündür.
İştirakte bağlılık kuralının bir sonucu olarak yardım etmede, azmettirme gibi tipe uygun, hukuka aykırı ve kasıtlı bir fiilin varlığını gerektirir. Bunun sonucu olarak da fail icra hareketlerine başlamadığı sürece, buna yardımın cezalandırılması mümkün değildir. Özgü suç veya bizzat işlenebilen suçlara azmettirme mümkün olduğu gibi, yardım da mümkündür.
Faillik ve yardım etme sıfatının aynı kişide birleşmesi halinde failliğin şerikliğe asliliği prensibi gereğince faillik hükümleri uygulanır. Faili bir suç işlemeye azmettiren kişinin, daha sonradan suçun işlenişine yardım eden olarak iştirak etmesi halinde ise azmettirme sıfatı esas alınır.
Yardım etmeden söz edilebilmesi için failin kasıtlı ve hukuka aykırı bir fiili bulunması şarttır. Bağlılık kuralı gereğince şeriklerin sorumluluğu, failin işlediği fiile bağlıdır. Bu husus TCK'nın 40/1’inci maddesinde de "Suça iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı yeterlidir" şeklinde açıkça ifade edilmiştir. Dolayısıyla, kasıtlı veya hukuka aykırı olmayan bir fiile iştirak edilmesi mümkün değildir.
Yardım etmenin ilk şartı, failin isleyeceği fiili kolaylaştıran, kuvvetlendiren veya mümkün kılan nedensel bir hareket yapılmasıdır. Türk hukukunda bu hareketler, TCK’nın 39’uncu maddesinde tek tek sıralanmış ve açıkça ortaya konulmuştur. Buna göre, TCK anlamında yardım eden olarak sorumlu tutulabilmek için kanunda sayılan maddi veya manevi yardım hareketlerinden en az birisinin gerçekleştirilmesi şarttır.(26)
Yapılan yardım etme hareketinin neticenin meydana gelmesinde nedensel olması gerekir. Ancak buradaki nedensellik, neticenin gerçekleşmesi bakımından olmazsa olmaz şart (condicio sine qua non) şeklinde anlaşılmamalıdır. Yardım etme, suçun meydana gelmesini mümkün hale getiren, kolaylaştıran, yoğunlaştıran veya garantileyen hareketler şeklinde de tezahür edebilir.(27)
Yardım etme için fail ile yardım eden arasında suç işleme konusunda ortak bir irade bulunması şart olmadığından; örneğin, bankanın soyulacağını öğrenen güvenlik görevlisinin, soyguncuların haberi olmadan onların işini kolaylaştırmak amacıyla kapıları açık bırakması halinde, soyguncularla güvenlik görevlisi arasında müşterek suç işleme kararı var olmamasına rağmen, güvenlik görevlisi yardım eden sıfatıyla sorumludur. Bu husus, yardım etme ile müşterek faillik arasındaki farkı ortaya koyan en önemli noktalardan birisidir. Zira müşterek faillikte, birlikte suç işleme kararına dayanan fonksiyonel hâkimiyet gerekmektedir.
Nitekim TCK’nın 37'nci maddesinin gerekçesinde de; "Bir suçun failine, onun haberi olmaksızın, tek taraflı iradeyle, suçun işlenmesine başlamadan önce veya suçun icrası sırasında yardım edilmesi hâlinde, müşterek fail olarak değil, yardım eden olarak sorumlu tutulmak gerekir" denilmek suretiyle failin haberi olmadan suça iştirak edilebileceği kabul edilmiştir. Dolayısıyla suça iştirakin varlığı için anlaşma, iradelerin birleşmesi veya suç ortağının iradesinin fail tarafından bilinmesi şart değildir.
Azmettirmede olduğu gibi bir suçun işlenişine yardım etme için de yardım hareketinin kasten yapılması şarttır. (28) Yardım etme açısından olası kastın varlığı da yeterlidir. Ancak yardım edenin, failin işlediği fiili uygun görmesi veya tasvip etmesi şart değildir.
Şeriklik için failin kasten hareket etmesi gerektiği gibi, şeriklerin de failin kasıtlı eylemine iştirak etme iradesine sahip olması gerekir. Yardım eden kişi, hem kendi hareketini kasıtlı bir şekilde gerçekleştirmeli, hem de failin işlediği “hukuka aykırı” fiilin tamamlanmasına yönelik kastla hareket etmelidir. Bu şekilde yardım edenin çifte kastından söz edilmektedir.
Yardım etme için kasıt gerektiği için taksirle yardım etme mümkün değildir. Bir suçun işlenmesine taksirle yardımcı olunması halinde, ancak söz konusu hareketin taksirli hali de suç olarak düzenlenmişse, iştirakten bağımsız olarak taksirli sorumluluk söz konusu olabilir. Bu şekilde suça taksirle katkı sunan kişiler, şerik olarak değil kendi kusurlu fiillerine göre sorumlu tutulacaktır.
Bununla birlikte, yardım edenin suçun işlenmesinde herhangi bir menfaati bulunmasının şart olmadığını da belirtmek gerekir.(29) Örneğin, kimi zaman provakatör ajanın hiçbir menfaat düşüncesi olmadan, sırf bir suçun delillerini elde etmek amacıyla hareket ettiği durumlar söz konusu olabilmektedir.
Suçun işlenmesinden önce yapılan yardımlar konusunda genellikle bir sorunla karşılaşılmazken, suçun işlenmesi sırasında yapılan yardım hareketleri suçun işlenişi üzerinde hâkimiyet kurulmasına da yol açabileceğinden, müşterek faillik ile karışıklığa yol açabilmektedir. Öncelikle, suçun işlenmesi sırasında yapılan hareketlerin yardım etme olarak kabul edilebilmesi için, şeriklik sınırını aşmaması gerektiği belirtilmelidir. Zira suçun işlenmesini kolaylaştırmaktan öteye geçen hareketler müşterek faillik sayılacaktır. Mevcut sistemimize göre ifade etmek gerekirse, suçun işlenmesi açısından önemli olup fiil üzerinde ortak hâkimiyet kuran hareketler, müşterek faillik sayılacak; buna karşılık suçun işlenmesi bakımından ikincil nitelikte olup fiil üzerinde ortak hâkimiyet kurmayan hareketler yardım etme sayılacaktır.
Suçun işlenmesi sırasında yapılan yardım hareketleri suçun icra hareketleri dışında kalan ve tipik olmayan fiillerdir. (30) Yardım hareketlerinin, suç tanımındaki icra hareketleri niteliğinde veya serbest hareketli suçlarda neticeyi meydana getirecek hareket niteliğinde olmaması gerekir. Zira tipik hareketlerin yapılması veya tipik fiil üzerinde birlikte hâkimiyet kurulması halinde, yardım değil müşterek faillik söz konusu olacaktır.
Örneğin, TCK'nın 37'inci madde gerekçesinde de belirtildiği üzere; "gözcülük yapma fiilinin diğer kişilerle birlikte işlenen yağma suçunun gerçekleşmesine olan etkisi bir bütün olarak değerlendirildiğinde; gözcülük yapan kişinin de diğer suç ortaklarıyla birlikte suçun işlenişi üzerinde ortak hâkimiyet kurduğu sonucuna ulaşılır. Bu durumda ise gözcülük yapan kişinin de fail olarak sorumlu tutulması gerekir". Yargıtay’ın da verdiği kararlarda gözcülük yapmayı genellikle müşterek faillik kapsamında değerlendirdiği görülmektedir.
Suçun işlenmesi sırasında yapılan yardımların müşterek faillik mi yoksa yardım etme mi olduğunu ayırt etmek her zaman kolay değildir. Her somut olayda, gerçekleştirilen hareket ile suçun işlenişi üzerinde hâkimiyet kurulup kurulmadığı değerlendirilerek, yapılan hareketin hangi iştirak türü kapsamında kaldığı tespit edilmelidir.
Yardım etme ile en çok karışıklığa yol açabilecek kurum müşterek failliktir. Bu sebeple, aralarındaki farkın iyi bir şekilde ortaya konulması gerekir. Müşterek faillik, genellikle maddi yardım etme türleri ile karışıklığa yol açabilecek olmakla birlikte, "suçun nasıl işleneceği hususunda yol göstermek" şeklindeki manevi yardımın da suçun işlenmesi sırasında gerçekleştirilmesi halinde müşterek faillik ile benzerliği gündeme gelebilecektir.
5237 sayılı TCK'da faillik ve şeriklik ayrımında fiil hâkimiyeti teorisinin benimsendiği 37'nci maddenin gerekçesinde; "yeni yapılan düzenlemeyle, iştirak şekilleri, fiilin işlenişi üzerinde kurulan hâkimiyet ölçü alınarak belirlenecektir" şeklinde açıkça ifade edilmiştir. Yine 37’nci maddenin gerekçesinde yol gösterici mahiyette belirtildiği üzere, ortak hâkimiyetin kurulup kurulmadığının saptanmasında, suç ortaklarının suçun icrasındaki rolleri ve katkılarının taşıdığı önem göz önünde bulundurulur. Buna göre, suçun kanuni tanımındaki fiil üzerinde hâkimiyet kuran ve haksızlığı icra eden kişi “fail”, buna karşılık suçun icrasına iştirak etmekle beraber, yaptığı katkı ile suçun kanuni tanımındaki fiil üzerinde hâkimiyet kurmayan suç ortakları ise ‘şerik’ olarak nitelendirilmektedir.
Buna göre, müşterek faillik ile yardım etme arasındaki temel fark, fiil üzerinde ortak hâkimiyet kurulup kurulmadığı noktasında düğümlenmektedir. Müşterek fail, fiil üzerinde hâkimiyet kurduğu için fail kabul edilmekte ve suçun tam cezası ile cezalandırılmakta; buna karşılık, yardım eden fiil üzerinde hakimiyet kurmadığından şerik kabul edilmekte ve cezasında kanunda öngörülen oranlarda indirim yapılmaktadır. Yardım eden, başkasının işlediği suça ikincil nitelikte maddi veya manevi hareketlerle kasten destekte bulunarak suçun işlenmesini daha muhtemelen hale getiren veya kolaylaştıran kişidir. Yardım eden, suç tipinde öngörülmeyen atipik hareketlerle suçun işlenişine katkı sunan “yan figür” konumundadır. Müşterek faillikten farklı olarak yardım edenin katkısı, daha az öneme sahip olduğu için fiil üzerinde fonksiyonel ve etkili bir hâkimiyet kuramamaktadır.
Yargıtay verdiği kararlarda sanıkların iştirak statüsünü belirlerken, sanığın, suçun işlenmesindeki rolü, katkısının taşıdığı önem, suça olan katkısı, suçun işlenişi üzerinde kurduğu hâkimiyet gibi kriterleri göz önünde bulundurmaktadır.
Ezcümle; bu çalışmamızda iştirakin bir türü olan şeriklik ve şerikliğin görünüş şekilleri olan azmettirme ve yardım etme ele alınmış ve “bağlılık kuralı” çerçevesinde incelenmiştir. Ceza Kanunumuzda “dar faillik” anlayışı benimsendiği için, kanundaki tipik hareketi gerçekleştirmeyen kişilerin kural olarak sorumlu tutulması mümkün olmasa da; suça nedensel bir katkıda bulunan kişilerin sorumlu tutulması gerektiği de açıktır. Bu kişilerin sorumlu tutulabilmesi ancak suça iştirak hükümleri sayesinde mümkün olmakta, bu anlamda azmettirme ve yardım etme ile ilgili kanuni düzenlemeler, fail dışındaki suç ortaklarının da cezalandırılmasını mümkün kılan ve suç tanımını ve cezalandırma alanını "genişleten" bir fonksiyon icra etmektedir. Bu anlamda, iştirak kuralları, suçu ihdas eden kurala nazaran "tali" ve "tamamlayıcı" niteliktedir.
Av. Arb. Büşra BAYRAKTAR
KAYNAKÇA
1. Demirel-Kartal, s.460-461.
2. Erem, Suça İştirak, s.83
3. Erem, Ümanist Doktrin Açısından Türk Ceza Hukuku, s.443; Centel–Zafer–Çakmut, s.503.
4. Aydın, Türk Ceza Hukukunda Suça İştirak, s.164.
5. Centel–Zafer–Çakmut, s.503.
6. Aydın, Türk Ceza Hukukunda Suça İştirak, s.169. Her ne kadar azmettirme düşünce aşamasında gerçekleştirilse de, azmettirmenin cezalandırılması ancak fail tarafından suçun icrasına başlanması ile birlikte mümkün olmaktadır.
7. Koca–Üzülmez, Genel Hükümler, s.485.
8. Önder, Genel Hükümler, s.463.
9. Centel-Zafer–Çakmut, s.505; Demirbaş, Genel Hükümler, s.515.
10. Artuk-Gökcen-Alşahin–Çakır, s.760.
11. Tozman, CHD 2009, s.171.
12. Demirel-Kartal, s.485.
13. Özgenç, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, s.517.
14. Gözübüyük, Türk Ceza Kanunu Açıklaması, s.268.
15. Öztürk, Erdem, Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku, s.429.
16. Koca–Üzülmez, Genel Hükümler, s.491
17. TCK 38'inci madde gerekçesi. Ayrıca bkz. Koca–Üzülmez, Genel Hükümler, s.492; Aydın, Türk Ceza Hukukunda Suça İştirak, s.166. Faillik ve şeriklik ayrımı için benimsenen fiil hâkimiyeti teorisi kapsamında, fiilin işlenişine yaptığı katkı fiil hâkimiyetini sağlayacak boyuta ulaşmamış azmettirenin (şerikin) faille eşdeğer cezalandırılmasının teori ile çelişki arz ettiği belirtilmiştir. Bkz. Balcı, Ceza Hukukunda Bağlılık Kuralı Kapsamında Azmettirme, s.217
18. Özgenç, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, s.519.
19. Artuk-Gökcen-Alşahin–Çakır, s.766
20. TCK’nın 38’inci maddesinin gerekçesi.
21. Özbek-Doğan-Bacaksız-Tepe, s.522.
22. Aynı doğrultuda bkz. Özbek-Doğan-Bacaksız-Tepe, s.522
23. Öztürk, Erdem, Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku, s.429.
24. Koca–Üzülmez, Genel Hükümler, s.496; Artuk-Gökcen-Alşahin–Çakır, s.768; Aydın, Türk Ceza Hukukunda Suça İştirak, s.177; Evik, Suça İştirakte Yardım Edenin Ceza Sorumluluğu, s.188-89
25. Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, s.595
26. Evik, Suça İştirakte Yardım Edenin Ceza Sorumluluğu, s.189.
27. Demirel, Alman Hukukuyla Karşılaştırmalı Yardım Etme Hareketleri, s.135.
28. Koca–Üzülmez, Genel Hükümler,s.500;
29. Koca–Üzülmez, Genel Hükümler, s.500.
30. Aydın, Türk Ceza Hukukunda Suça İştirak, s.184; Centel–Zafer–Çakmut, s.520. “Somut olayda sanıkların, TCK'nın 188. maddesinin 3. fıkrasında seçimlik olarak sayılan hareketlerden herhangi birini gerçekleştirdiklerine; bu bağlamda suç konusu uyuşturucu maddenin temini, yüklenmesi, paketlenmesi, taşınması gibi bir fiile katıldıklarına ya da uyuşturucu maddeye ortak olduklarına ilişkin hiçbir delil bulunmamaktadır. Sabit olan fiilleri, suç konusu uyuşturucu maddeyi taşıyan diğer sanıklar Hakan ve Yusuf'un önünden, başka bir araçla giderek (Öncü araçta), yol kontrolü yapmak suretiyle, uyuşturucu maddenin taşınmasına yardım etmekten ibarettir”; Yarg. 10. CD'nin 29/09/2020 tarihli ve E. 2020/300, K. 2020/4549 sayılı kararı